Dünya sıcaklığı, endüstriyel çağın başlangıcından bu yana ortalama olarak yaklaşık 1 ∘C derece artış göstermiş durumda. Küresel ısınmanın etkileri, iklim sistemleri üzerinde derin ve yaygın değişikliklere neden oluyor. Kutup buzullarının erimesi, deniz seviyelerinde yükselme, aşırı hava olaylarının sıklığında artış, ekosistemlerde bozulma ve biyoçeşitlilik kaybı gibi sonuçlar, iklim değişikliğinin küresel boyutta etkilerini gösteriyor.
İklim değişikliğinin etkileri sadece doğal dünyayı etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda insan yaşamını da derinden sarsıyor. Artan sıcaklık dalgaları, kuraklık ve sel gibi hava olayları, tarımsal üretimi ve gıda güvenliğini tehdit ediyor; su kaynaklarının azalması ve kirlenmesi ise temiz içme suyu kaynaklarının kısıtlanmasına yol açıyor.
Bu değişikliklerin bir sonucu olarak da insanlar yaşamlarını yeniden düzenlemek zorunda kalıyor, iklim değişikliği yerinden edilme, göç ve yer değiştirme eylemleri üzerinden insan hareketliliğini artırıyor. Bazı bölgelerdeki artan kuraklık ve tarımsal zorluklar, insanların yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmalarına neden oluyor. Diğer taraftan, iklim değişikliğine uyum sağlamak için alınan çeşitli kararlar, toplumların yaşam tarzlarını ve ekonomik yapılarını yeniden şekillendiriyor. Bununla birlikte, hareket kabiliyeti kısıtlı olan veya aidiyet alanlarında kalmayı tercih eden hareketsiz nüfuslar da iklim değişikliğinin risklerine maruz kalıyor.
Son yapılan araştırmalar, küresel ısınmanın ekonomik kalkınma üzerindeki etkilerini açığa çıkarmış durumda. Ne var ki, bu etkinin büyüklüğü ve göreceli önemi tam olarak anlaşılmamış olsa da son on yılda küresel ısınmanın dünyanın çoğu ülkesinde ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediği gözleniyor. Bu ekonomik büyüme kayıpları özellikle Küresel Güney'in yoksul ülkelerinde, Küresel Kuzey'in sanayileşmiş ülkelerine kıyasla daha yüksek seyrediyor. Bu durum, iklim değişikliğinin küresel düzeyde ekonomik eşitsizlikleri artırabileceği endişelerini beraberinde getiriyor.
Birleşmiş Milletlerin (BM) mülteci örgütü BM Mülteciler Yüksek Komiserliğine (UNHCR- The UN Refugee Agency) göre, 2008-2016 yılları arasında her yıl ortalama 21,5 milyon insan, hava koşullarıyla ilişkili olaylar nedeniyle; sel, fırtına, orman yangınları ve aşırı sıcaklıklar gibi sebeplerle yer değiştirmek zorunda kaldı. Uluslararası düşünce kuruluşu IEP'nin tahminlerine göre ise, iklim değişikliği ve doğal afetler nedeniyle 2050 yılına kadar küresel olarak 1,2 milyar insanın yerinden olabileceği öngörülüyor. Beklenen iklim göçü, gelecek yıllarda daha da artmaya devam edeceği öngörüsüyle, insan hareketliliği ve yerinden edilme konularında ciddi endişeleri beraberinde getiriyor. Donör ülkeler, en kötü etkilenen bölgelerde temiz su temini ve hijyenik hizmetlerin iyileştirilmesi için BM tarafından talep edilen 3,8 milyar doların sadece %32'sini finanse ediyor; dolayısıyla su kıtlığı riski en yüksek olan ülkeleri, temel ve yeterli su altyapısına yatırım için gerekli kaynaklardan mahrum bırakıyorlar.
İklim kaynaklı göçle ilgili politika seçenekleri, çeşitli nedenlerden dolayı siyasi olarak zor ve tartışmalı konular. 'Göçmenler', genellikle menşe ülkelerindeki ekonomik ve siyasi motivasyonlarının yanı sıra yaşadıkları koşulların bir parçası olarak 'mültecilerden' ayrılıyor. Çevresel göçler ise genellikle doğal afetler, iklim değişikliği veya çevresel faktörler nedeniyle gerçekleşiyor. Çevresel göçmenler genellikle gönüllü bir şekilde değil, mevcut koşullar nedeniyle yer değiştiriyor. Bu göç türü, uluslararası hukuk ve ulusal politikalar çerçevesinde, klasik mülteci veya göçmen kategorileri içine tam olarak oturtulamadığı için tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor. 'Çevresel mülteci' terimi üzerindeki tartışmalar, devletlerin 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi ve 1967 New York Protokolü'nde yer alan 'mülteci' tanımını genişletme konusundaki isteksizliğini gösteriyor. Şayet tanımın içeriği doldurulursa, insani hakların korunmasını yaklaşık 60 milyon insanı kapsayacak şekilde genişletmek gerekecek.
İklim kaynaklı hareketler genellikle ülke sınırları içinde gerçekleştiği için, Mülteci Sözleşmesi dışında kalıyorlar ve bu nedenle ulusal ve yerel yetkililerin veya kurumların siyasi yargı yetkisine bırakılıyor. Giderek artan iklim değişikliği bağlamında, küresel düzeyde daha kapsayıcı politika ve çözümlerin gerekliliği tartışılmaz bir gerçek. Özellikle, sürdürülebilir su kaynaklarının sağlanması ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için çok taraflı çabaların artırılması hayati öneme sahip. Bu önlemler, insan hareketliliği üzerindeki olumsuz etkileri azaltmada etkili bir adım olabilir.
Kaynaklar:
https://iopscience.iop.org/article/10.1088/1748-9326/aca6fe/meta
https://journals.sagepub.com/doi/full/10.1177/01979183221079850
https://www.theguardian.com/news/2022/aug/18/century-climate-crisis-migration-why-we-need-plan-great-upheaval