İçinde bulunduğumuz zaman dilimine baktığımızda insan hayatının kapitale dayalı üretim ilişkileri ve bunun yarattığı etkilerle şekillendiğini görürüz. İç içe geçmiş sorunlar katmanı ile içinden çıkılmaz bir hal alan bu yaşantının sorumlusu olan insan, kendi yarattığı bu olumsuzluğa karşı birtakım çözümler üretse de bunda başarılı olamayıp kendi yaşantısını içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Daha doğru bir tanımlamayla sistem insan yaşantısını bunalıma, krizlere, savaşlara göçe sürüklemiştir. Nüfus artışı ile büyüyen kentler, kirlenen çevre, tarım alanlarının yok edilişi, salgın hastalıklar vs ile boğuşan insanın doğadan uzaklaşarak sofistike kent hayatı içine kendini hapsettiğini bunun sonucunda da mutsuzluğa umutsuzluğa sürüklendiğini görürüz. Daha net söylemek gerekirse bu bir kaos durumudur ve bunun üzerine düşünmemiz gerekmektedir.
Elde edilen bilimsel verilere göre dünya yok oluyor. İnsanların dünya üzerindeki faaliyetleri, davranışları ve yarattıkları tüketime dayalı ekonomi nedeniyle dünya 6. büyük kitlesel yok oluş evresine girdi. Şu anda 7 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyar olacağı tahmin ediliyor. Artan nüfusla beraber dünya ekonomisi son 50 yılda 5 kat büyüdü. Nüfus ve ekonomi büyüdükçe doğa ve çevreye verilen tahribatın katlanarak büyümeye devam ettiğini ve buna bağlı olarak dünyanın hızlı bir şekilde kirlendiğini açıkça görüyoruz.
Son 40 yılda dünya üzerindeki vahşi hayvanların nüfusu yüzde 60 oranında azaldı. Biyolojik çeşitliliğimiz her gün tükeniyor. Dünya ormanları 8 milyar hektardan 3.6 milyar hektara düştü. Her yıl 20 milyon hektar ormanlık alan yok oluyor. Yağmur ormanları neredeyse kalmadı. Tarım alanlarının üçte biri yok edildi. Kimyasal gübreler, zirai ilaçlar doğal dengeyi bozdu, toprak kirlendi. Dünya topraklarının üçte biri çölleşti. Son 40 yılda biyolojik çeşitlilik azaldı.
Petrol, gaz, kömür gibi fosil yakıtların kullanımı ile sera gazları atmosferi kirletmeye başladı. Son 50 yılda fosil yakıtların tüketimi 9 kat artınca küresel ısınma tehlikeli boyuta geldi ve sonucunda buzulların yüzde yirmisi eridi. Küresel ısınma ile dünyanın dengesi bozuldu. Şu anda 1 milyar insan temiz sudan mahrum. Denizler, göller, akarsular kirlendi. Her yıl sıcaklık biraz daha artıyor. Kısacası tam bir "kırılma noktası" süreci içindeyiz ve artık dünyayı kurtarmaya yönelik eyleme geçme zamanı geldi
Eylemle iletişim arasında direkt bir bağlantı vardır. Eylemle gerçekleşen durum insanlara olumlu ya da olumsuz şekilde yaşanmışlıklar üzerinden ulaştığı için sanatın bir eylem biçimi olarak kabul edilmesi gerekir. Her ne kadar sanat bir eylem biçimi olsa da modern insan karmaşık yaşantısı içinde sanattan daha çok sistemin kendisine dayattığı hazır yapım nesneler dünyası ve düşünce sistematiğinin girdabında zaman tüketmekte, toplumsal yaşamdan uzaklaşarak yalnızlaşmakta ve bunun sonucunda da gerçek dünya sorunlarından uzaklaşmaktadır. Bu bir yaşam biçimidir ve günümüz insanının bu manipülatif yaşama bağlı davranışlarını, bencilliğini, teslimiyetçi tutumunu anlamak zordur. Her ne kadar durum böyle olsa da sanat her şeye rağmen bir direniş biçimi, bir haykırış olarak sistem karşısında varlığını sürdürmektedir. Nitekim Heidegger "Sanat tamamen bozulmuş, tamamen yabancılaşmış bir dünyada, sadece manipülasyondan oluşan bir dünyada parıldayan ışıktır" der.
İnsan yaşadığı çevre ile birlikte değer bulur ve yansıttığı değerlerle yaşayan bir varlık olarak doğadaki yerini almıştır. Doğayı ehlileştiren, doğayı işleyen insan bin yıllardır sürdürdüğü bu uyumlu yaşamı son yüzyıllarda terk etmeye başlamış, gelişen modern hayatın kendine sağladığı olanaklarla içinde yaşadığı çevreyi kirletip, tahrip edip yok etme noktasına getirmiştir. Yaşanılan tüketim çılgınlığı, çevre karşıtı politikalar, büyüyen kentler, savaşlar vs nedeniyle hava, su, toprak inanılmaz bir derecede kirletilmiş bunun sonucunda da ekolojik denge bozulmuş bu da diğer canlıların yok olmasını sağlamıştır. Gelinen durum artık kabul edilemeyecek bir hale dönüşmüştür. Bu bir kırılma noktasıdır ve sanat doğadan uzaklaşan, çevreye karşı duyarsızlaşan, zevki için diğer canlıları yok eden insanların yarattığı bu tahribata karşı estetik üzerinden bir anlatıma girmektedir.
Hayatın karmaşıklığı ve hızlı akışı içinde sanat yapıtı kendi başına bir anlam ifade etmez. Geldiği yer ve dayandığı nokta çok önemlidir. Yapıtı etkili kılıp bir yere taşıyacak olan da budur. Bu tespitten yola çıkarak sanatçıların yapıtlarına baktığımızda dünyanın en büyük sorunlarından biri olan çevre sorununu tartışmaya açtığını görürüz. Doğa-İnsan ilişkisinin olumsuz yanlarını ele alan sanatçıların günümüz yaşantısına, çevre sorunlarına, küresel ısınmaya, beden politikalarına getirdiği eleştiri ve çözümlemelerin felsefik bir bakış açısı ile ortaya çıktığını söylemek hiç de yanlış olmaz.
Gelecek kuşaklara yaşanılabilir, güzel bir dünya bırakmak için yaşadığı çevreye, doğaya, bitkilere, hayvanlara sahip çıkan "Kırılma Noktası" sergisinin insanlara hikayenin sonunu sen yaz dediğini net bir şekilde söyleyebiliriz.
Denizhan Özer
Mart 2022, İstanbul